Helil Kınay, Halkın Sesi Can Radyo'da Doğan Beyezgül'ün konuğu olarak CHP Karabağlar Belediye Başkan Adayı olarak katıldığı programda kendisini şu şekilde tanımladı:"Tüm yaşam hikayesi boyunca eşitlikten, adaletten, toplumdan yana olmuş, kendi yaşam yolculuğunda hem ailesinde, hem mesleğinde, hem yürüdüğü yollarda bunun üzerine çalışırken adımlarını sürdürürken gönüllü olarak da sivil toplum kuruluşlarında, meslek odalarında, kente dair platformlarda yer almış bir kişi. Bir çevre mühendisiyim, dolayısıyla eşitlik ve adalet sürecinde insan odaklı değil, tüm yaşam üzerinden bu mücadeleyi yürütüyorum. 24 yıl kamuda Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü'nde gururla görev yaptım. Aynı zamanda 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümü mezunuyum, yüksek lisansım aynı üniversitede. Ben kent üzerine, kent yönetimi, çevre politikaları, kent adaleti, kent yoksunluğu, kent yoksulluğu gibi çevre ile ilgili çalışmalarımda bu yaşam mücadelesinin içerisinde benzer süreçler yürüttüm. Bu çalışmaları yürütürken pek çok sivil toplum kuruluşlarıyla, kamu kuruluşlarıyla, belediyelerle ortak çalışmalar, projeler geliştirdim. Kente dair iyi olabilmek adına projeler geliştirdim. Bu projelerin hepsinde de kentin içerisinde yaşayanların daha iyi bir yaşam, daha adaletli bir yaşama sahip olması inancıyla bir taraftan da kent mücadelesi içinde yer aldık, yanlış gördüğümüz projelere ilişkin olarak haklarımızı savunmak adına. Dolayısıyla bu emek ve hak savunuculuğu içerisinde bu yolda yürüyen tüm dostlarımla beraber mücadele etmiş, burada da 10 yıl Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyeliği, 10 yıl şube başkanlığı yapmış, farklı platformlarda yer almış, mesleki, toplumsal ve yaşamsal mücadelemin her birinde emek eksenli, hak eksenli, kamudan yana, doğadan yana mücadele yürüten birisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nden 11. sıra milletvekilliği adayı olarak seçimlerde görev yaptım. Siyasetin doğru kişilerle, doğru sözlerle büyümesi gerektiğine inanıyorum. Hak ettiğimiz geleceği birlikte yaratabileceğimize inanıyorum. Kimsenin öteki olmadan, her bir sözümüzü ortaya koyduğumuz ortak bir yönetim anlayışıyla, kadın erkek hiçbir ayrım yapmadan, nereli olduğumuz, kim olduğumuz önemli olmadan, sözümüzle gücümüzle, en önemlisi emeğimizle ve ahlakımızla doğru ve iyiyi savunan yönümüzle bir arada olacağımıza inanıyorum. Bunu büyütmek adına da Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyasetiyle beraber, evlerimizden, hayatlarımızdan, kentlerimizden geçtiğinden hareketle belediye başkanlığı adaylığı başvurumla Karabağlar'da Cumhuriyet Halk Partisi'nin belediye başkanı adayı olarak görevlendirilmek benim için de çok büyük bir onur oldu. Yıllardır yürüdüğüm yollarda söylediğim tüm sözleri, kente dair paylaşımlarımızı, topluma dair düşüncelerimizi hayata geçirmek için çok önemli bir görev, çok önemli bir sorumluluk. Bunun da gururunu yaşıyorum. Aslında tüm bu yolları yürürken, 2 çocuk annesi, 46 yaşında, bu kentte yaşayan, aynı inancı yaşayan herkesten biriyim, ben de."
Karabağlar hakkında ise şunları söyledi:"Karabağlar'a dışardan baktığımda da içinde çalıştığımda da şu anda bir belediye başkanı adayı olarak 1 Nisan'dan itibaren yerel yönetimin temsilcisi olarak baktığımda da, 30 yıldır İzmir'de yaşamış, İzmir'in her bir mahallesinde mücadelem, çalışmam olmuş. Bütün bu değerlendirmelerle birlikte, Karabağlar'la kendimi çok özdeşleştiriyorum. Karabağlar'a baktığımızda, 71 ilden vatandaşımızı içinde barındıran, tıpkı bana kucak açtığı gibi, tıpkı hepimize kucak açtığı gibi İzmir'e gelen herkese eski İzmir'i olarak kucak açmış bir yer. Bütün bu zenginlikleriyle beraber, tıpkı benim hayat öykümde de ülkenin farklı yerlerinde, o havasını, suyunu, sohbetini almanın bana kattığı zenginlikleri bildiğim gibi, bence Karabağlar da bu farklı kültürlerle, komşuluklarla çok büyük bir zenginliği var. Karabağlar, adını üzümbağlarından alan, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanına sahne olan, hala o evi içinde barındıran eski İzmir ile İzmir'in dokusunu barındıran ama tüm bunlarla beraber, tıpkı ülkemizdeki yoksullaştırma, yoksunlaşma gibi bunun tüm etkilerini kendi içinde yaşayan, ülkede ne yaşanıyorsa tüm darbesini kendi içinde yaşayan bir kentimiz. Kentimizin en önemli parçası, kalbi. Tüm bu değerlendirmeyle, Karabağlar, tüm bu zenginlikle İzmir'in tüm emeğini taşıyor, çünkü farklı illerden buraya gelen her vatandaşımız, buraya yeni bir hayat yaşamak için gelmiş, kendi köyünü, toprağını, suyunu, atasını, geçmişini bırakıp yeni bir gelecek yaratmak umuduyla gelmiş. Karabağlar'da tüm bu yaşam mücadelesi içerisinde, bu kentin her yerinde, her bir sokağında emeğini taşıyan, İzmir'in her yerine dokunan insanlarıyla beraber, kendi yaşamını yaşamaya çalışmış, hepimizin 1 gecede konduruverdiği evlerin içerisinde yaşam kurmaya çalışırken, kentin farklı alanlarına giden ama burada kalanların yaşam koşullarını devam ettirmeye çalıştığı, çarpık kentleşmenin, gecekondu ların, parkı olmayan, altyapısı olmayan, sıkıntıları yaşayan, mücadeleyi yaşayan bir yer. Karabağlar'ın, kentsel dönüşümde çok önemli bir yeri var, yaşamı dönüştürmek, kentleri dönüştürmek noktasında. Karabağlar'da da İzmir'in en önemli kentsel dönüşüm alanı olan ve bu çalışmayı tamamladığında, eski İzmir'i nasıl kendi içerisinde barındırıyorsa, yeni İzmir'i de bünyesinde barındıracak olan, bu dönüşüm içerisinde bizim de Cumhuriyet Halk Partisi olarak değişimi anlattığımız noktada, Karabağlar'da oturan herkesin yıllardır orada emek veren, o yerin sıkıntısını çeken, tüm bu süreç içerisinde yerinde kaldığı, dışarıya gitmediği, yerinde kaldığı, kendi emeğiyle, kendi yaşamını büyüttüğü, dolayısıyla yeni İzmir'i de yaratacak olan bir yer. Karabağlar, ben tüm bu zenginlikle beraber, bu dönüşümün bir parçası olmaktan, birlikte yaratmaktan çok memnunum. Karabağlar'ın asıl değeriyle birlikte, herkesin 'Ben Karabağlar'da oturuyorum' diye çok mutlu olduğu, sokaklarında, çocuklarıyla, dostlarıyla, komşularıyla oturmaktan keyif aldığı, gerçek bir kent yaşamını birlikte oluşturduğumuz bir Karabağlar'ı görüyorum. Şu an baktığımda, gelecekte de buna doğru atacağımız adımları, yine Karabağlar'da olan tüm arkadaşlarımız, dostlarımız, yol arkadaşlarımızla beraber yürüteceğimizi görüyorum." İliç faciasını ise şöyle değerlendirdi:"Ben bir çevre mühendisi olarak da yıllarca yürüttüğüm mücadelelerde, hayata dair ihtiyaçlarımızı, yaşamsal olarak ihtiyaçlarımızı gidermek için ortaya koyduğumuz tarım, sanayi, madencilik, eğitim, turizm gibi politikaların ve yatırımların doğru yönetilmesi gerektiği, doğru planlanması gerektiği, kamusal denetimin çok etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği ve bu noktada da tüm projelerde, kararlar alınırken, kamudan ve doğadan yana, bu kararların alınması gerektiği üzerine cümlelerimi kurdum. Bu cümleler içerisinde ne yazık ki iktidarın yarattığı politikalar, ekonomi politikasından tarım politikasına, sanayi politikasından turizm politikasına kadar projelerle karşımıza çıkan konular, kentleşmeye dair süreçlerin bedelleri hep çok ağır oldu. Alınan kararlar, belli bir kesimin rahatına hizmet ederken, bunun bedellerini çok büyük acılarla, ülkenin her bir tarafında halkımız ödedi. İliç, bunun en acı örneklerinden bir tanesi. Bugün İliç'te yaşadığımız süreç, bugün olan bir olay değil. Yıllardır itirazlarımızla, çed raporuna yönelik davalarla, işletmenin çalışma koşullarına ilişkin yürütülen süreçler, itirazlara rağmen, verilmemesi gereken kapasite artışlarının şu anki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak karşımızda. İstanbul ve yaşamı savunmak üzerine sözler veren bir belediye başkan adayı, zamanında çevre ve şehircilik bakanı olarak attığı imzayla kapasite artışlarına izin verdiği, kontrolsüz bir şekilde kapasite artışlarının gerçekleştiği, çevresel ve iş sağlığı güvenliğiyle ilgili önlemlerin alınmadan, gerekli koşullar sağlanmadan maden işletmesini kamusal denetimden yoksun olarak çalışmalarını sürdürdüğü, işletmenin hayata geçmesi ve değerlendirme süreçlerindeki yanlışlara rağmen ısrarla bu kararlarda ve yanlışlıklarda devam edilmesinin sonucunu bugün bir insanlık suçu olarak yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız kaza, geçmişte de tekrarlanmıştı, daha önceki yıllarda da zaten buna dair riskler, sızıntılar ve farklı noktalar yaşanmıştı. Biz bunlarla ilgili basın açıklamaları yaptık, konuşmalar yaptık, bunun neticesinde de her seferinde de iktidar tarafından, vatan haini olarak tanımlandık. Ne yazık ki aynı ranta, aynı yanlışa devam edildi. Bugün İliç'te yaşanan kaza, basit bir maden kazası değil, binlerce ton siyanürün Fırat Nehri'ne aktığı, tüm yaşam alanlarında, toprağımızı, havamızı, suyumuzu kirlettiği, geriye dönüşü olmayacak insanlık ve yaşam suçuyla karşı karşıyayız. Bir ekokırımla karşı karşıyayız. Bunun bir aması geçmişi, geri dönüşü yok ve bunun sebebini yaratanlar, bugün belediye başkan adayı olarak ya da iktidarda 'Bizler size daha iyi yaşam sunacağız' cümleleri kurarken, bedelini o bölge halkıyla beraber, tüm ülkemiz ödüyor. Ama bu ilk değil, ülkenin farklı yerlerinde çevresel riski yüksek olan tesislere baktığımız zaman, ekonomik ömrünü doldurmuş termik santrallerin, gerekli önlemler alınmasıyla ilgili süreçler, bacagazında ki filtrasyonlarla ilgili önlemlerin alınması gerekirken, bu süreçlerin iktidar tarafından sürekli uzatılması, sürekli yeni izinler verilmesi, Bergama'da altın madeninde, Çukuralan'da madenlerde, Uşak'ta altın madeninde, Karadeniz'deki tesislerde, ülkenin her yerinde benzer süreçleri yaşadık, hepsinin ortak noktası şu: Çevresel riski yüksek olan, yanlış yerlerde planlanmış, denetimi olmayan tesislerde, kamu yararı yerine rantın yararına tercih edilmesi ve bu anlamda da halk ve çevre sağlığının feda edilmesiydi. Bunun bedelleri çok ağır ödenirken, İliç'te yaşanan olay, geriye dönüşü olmayan bir yaşam suçudur. Bunun süreci, bunun altına imza atanlar, bugün İstanbul gibi bir kentimizi yönetmek üzerinden bize sanki geçmişten bugüne yaptıkları çalışmalar çok değerliymiş gibi bir ifade sunuyorlar. Bugün kentlerimizdeki en büyük problem, plansızlık, plansız kentleşme, sağlıklı kent koşullarının ve kent yaşamının ortaya konamaması, binalardan ibaret olan, betondan ibaret olan kentlerde yaşıyoruz ve bu kentlerde üst üste verilen imar aflarıyla doğru yapılmayan projelerle beraber, biz nefes alamadığımız kentlerin içerisinde, ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bu iktidar, 20 kere çıkardığı imar affıyla birlikte, kentsel dönüşümü yapacaklarını, daha yaşanabilir kentler ortaya koyacaklarını söylüyorlar, 6 Şubat depremini yaratan mekanizmlara imza atanlar, imar aflarını çıkaranlar, dere kenarlarında, zemine uygun olmayan yerlerde planlama kararlarına imza atanlar, planlama yetkisini bakanlığın eline alıp, bütün yetkileri tek elde toplayıp, kentlere rant projeleri uygulayanlar, kentlerin nefes almasını tamamen engelleyen, ülkemizin kuzeyini, güneyini, doğusunu, batısını rant projelerine açanlar, şimdi bu rant projelerini sürdürüyorlar. Özellikle tarım arazilerinde, kent arazilerinde, doğal sit alanlarında, planlamayı kamusal denetimden yoksun bir şekilde, kar amacı güden şirketlerin ve yerelde de işbirlikçilerin eline vererek, kentlerin geleceğini riske atıyorlar. İşte bugün yaşadığımız İliç, bu sürecin sonucunda ortaya çıkan bir kaza değil, bu sürecin yönetiminin sonucunda ortaya çıkan, insanlık suçu. Bunu yapanlar, bedelini halka, yaşama ödetirken, aslında ne yazık ki bugün de İstanbul'da yaşadığımız, İzmir'de yaşadığımız, Türkiye'nin her yerinde yaşadığımız, kentlerin nefes alamaması, kentlerin yaşanmaz hale gelmesi, kentlerdeki su havzalarının, kentlerdeki tarım alanlarının, kentlerdeki yeşilin, ormanların yok olması süreçlerinde, ekolojik katliamların yaşanması süreçlerinde hep aynı politikaların sonucu. Bu politikaların bedelini halkımız öderken, bu yanlış kararlara imza atanlar, İstanbul gibi bir kentimizi yönetmek gibi, ülkeyi yönetme iddiasıyla karşımıza çıkıyorlar. Bu yanlışlıklarla devam ederken, bir yanda da yaşadığımız baskılar, diğer yanda da insanlık suçlarına imza atmaya devam ederken, ülkenin geleceği, çocuklarımızın geleceği, bu sürecin bedelini ödeyenler olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu süreçte, bu yanlışlıklara karşı mücadele etmek, doğruyu anlatmak, insanlığı, yaşamı, doğayı savunmak çok önemli. Bizler, bugün İliç'te yaşanan bu acının, yaşanan bu ekokırımın, insanlık suçunun bir bedeli olduğunu düşünüyoruz. Bu bedeli öderken, bundan sonra yaşanacaklara karşı da bir şeyler yapabilmek adına, çocuklarımıza ve geleceğimize dair umutlarımızı taşıyabilmek adına, bu politikaları değiştirmek, bu yanlışlıklara karşı mücadele etmek, hak, emek, demokrasi mücadelesini büyütmek, doğruyu anlatmak ve bunun için de bir arada olmak gerektiğine inanıyoruz." CAN HABER - HATİCE ŞAHİNGÖZ
Karabağlar hakkında ise şunları söyledi:"Karabağlar'a dışardan baktığımda da içinde çalıştığımda da şu anda bir belediye başkanı adayı olarak 1 Nisan'dan itibaren yerel yönetimin temsilcisi olarak baktığımda da, 30 yıldır İzmir'de yaşamış, İzmir'in her bir mahallesinde mücadelem, çalışmam olmuş. Bütün bu değerlendirmelerle birlikte, Karabağlar'la kendimi çok özdeşleştiriyorum. Karabağlar'a baktığımızda, 71 ilden vatandaşımızı içinde barındıran, tıpkı bana kucak açtığı gibi, tıpkı hepimize kucak açtığı gibi İzmir'e gelen herkese eski İzmir'i olarak kucak açmış bir yer. Bütün bu zenginlikleriyle beraber, tıpkı benim hayat öykümde de ülkenin farklı yerlerinde, o havasını, suyunu, sohbetini almanın bana kattığı zenginlikleri bildiğim gibi, bence Karabağlar da bu farklı kültürlerle, komşuluklarla çok büyük bir zenginliği var. Karabağlar, adını üzümbağlarından alan, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanına sahne olan, hala o evi içinde barındıran eski İzmir ile İzmir'in dokusunu barındıran ama tüm bunlarla beraber, tıpkı ülkemizdeki yoksullaştırma, yoksunlaşma gibi bunun tüm etkilerini kendi içinde yaşayan, ülkede ne yaşanıyorsa tüm darbesini kendi içinde yaşayan bir kentimiz. Kentimizin en önemli parçası, kalbi. Tüm bu değerlendirmeyle, Karabağlar, tüm bu zenginlikle İzmir'in tüm emeğini taşıyor, çünkü farklı illerden buraya gelen her vatandaşımız, buraya yeni bir hayat yaşamak için gelmiş, kendi köyünü, toprağını, suyunu, atasını, geçmişini bırakıp yeni bir gelecek yaratmak umuduyla gelmiş. Karabağlar'da tüm bu yaşam mücadelesi içerisinde, bu kentin her yerinde, her bir sokağında emeğini taşıyan, İzmir'in her yerine dokunan insanlarıyla beraber, kendi yaşamını yaşamaya çalışmış, hepimizin 1 gecede konduruverdiği evlerin içerisinde yaşam kurmaya çalışırken, kentin farklı alanlarına giden ama burada kalanların yaşam koşullarını devam ettirmeye çalıştığı, çarpık kentleşmenin, gecekondu ların, parkı olmayan, altyapısı olmayan, sıkıntıları yaşayan, mücadeleyi yaşayan bir yer. Karabağlar'ın, kentsel dönüşümde çok önemli bir yeri var, yaşamı dönüştürmek, kentleri dönüştürmek noktasında. Karabağlar'da da İzmir'in en önemli kentsel dönüşüm alanı olan ve bu çalışmayı tamamladığında, eski İzmir'i nasıl kendi içerisinde barındırıyorsa, yeni İzmir'i de bünyesinde barındıracak olan, bu dönüşüm içerisinde bizim de Cumhuriyet Halk Partisi olarak değişimi anlattığımız noktada, Karabağlar'da oturan herkesin yıllardır orada emek veren, o yerin sıkıntısını çeken, tüm bu süreç içerisinde yerinde kaldığı, dışarıya gitmediği, yerinde kaldığı, kendi emeğiyle, kendi yaşamını büyüttüğü, dolayısıyla yeni İzmir'i de yaratacak olan bir yer. Karabağlar, ben tüm bu zenginlikle beraber, bu dönüşümün bir parçası olmaktan, birlikte yaratmaktan çok memnunum. Karabağlar'ın asıl değeriyle birlikte, herkesin 'Ben Karabağlar'da oturuyorum' diye çok mutlu olduğu, sokaklarında, çocuklarıyla, dostlarıyla, komşularıyla oturmaktan keyif aldığı, gerçek bir kent yaşamını birlikte oluşturduğumuz bir Karabağlar'ı görüyorum. Şu an baktığımda, gelecekte de buna doğru atacağımız adımları, yine Karabağlar'da olan tüm arkadaşlarımız, dostlarımız, yol arkadaşlarımızla beraber yürüteceğimizi görüyorum." İliç faciasını ise şöyle değerlendirdi:"Ben bir çevre mühendisi olarak da yıllarca yürüttüğüm mücadelelerde, hayata dair ihtiyaçlarımızı, yaşamsal olarak ihtiyaçlarımızı gidermek için ortaya koyduğumuz tarım, sanayi, madencilik, eğitim, turizm gibi politikaların ve yatırımların doğru yönetilmesi gerektiği, doğru planlanması gerektiği, kamusal denetimin çok etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği ve bu noktada da tüm projelerde, kararlar alınırken, kamudan ve doğadan yana, bu kararların alınması gerektiği üzerine cümlelerimi kurdum. Bu cümleler içerisinde ne yazık ki iktidarın yarattığı politikalar, ekonomi politikasından tarım politikasına, sanayi politikasından turizm politikasına kadar projelerle karşımıza çıkan konular, kentleşmeye dair süreçlerin bedelleri hep çok ağır oldu. Alınan kararlar, belli bir kesimin rahatına hizmet ederken, bunun bedellerini çok büyük acılarla, ülkenin her bir tarafında halkımız ödedi. İliç, bunun en acı örneklerinden bir tanesi. Bugün İliç'te yaşadığımız süreç, bugün olan bir olay değil. Yıllardır itirazlarımızla, çed raporuna yönelik davalarla, işletmenin çalışma koşullarına ilişkin yürütülen süreçler, itirazlara rağmen, verilmemesi gereken kapasite artışlarının şu anki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak karşımızda. İstanbul ve yaşamı savunmak üzerine sözler veren bir belediye başkan adayı, zamanında çevre ve şehircilik bakanı olarak attığı imzayla kapasite artışlarına izin verdiği, kontrolsüz bir şekilde kapasite artışlarının gerçekleştiği, çevresel ve iş sağlığı güvenliğiyle ilgili önlemlerin alınmadan, gerekli koşullar sağlanmadan maden işletmesini kamusal denetimden yoksun olarak çalışmalarını sürdürdüğü, işletmenin hayata geçmesi ve değerlendirme süreçlerindeki yanlışlara rağmen ısrarla bu kararlarda ve yanlışlıklarda devam edilmesinin sonucunu bugün bir insanlık suçu olarak yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız kaza, geçmişte de tekrarlanmıştı, daha önceki yıllarda da zaten buna dair riskler, sızıntılar ve farklı noktalar yaşanmıştı. Biz bunlarla ilgili basın açıklamaları yaptık, konuşmalar yaptık, bunun neticesinde de her seferinde de iktidar tarafından, vatan haini olarak tanımlandık. Ne yazık ki aynı ranta, aynı yanlışa devam edildi. Bugün İliç'te yaşanan kaza, basit bir maden kazası değil, binlerce ton siyanürün Fırat Nehri'ne aktığı, tüm yaşam alanlarında, toprağımızı, havamızı, suyumuzu kirlettiği, geriye dönüşü olmayacak insanlık ve yaşam suçuyla karşı karşıyayız. Bir ekokırımla karşı karşıyayız. Bunun bir aması geçmişi, geri dönüşü yok ve bunun sebebini yaratanlar, bugün belediye başkan adayı olarak ya da iktidarda 'Bizler size daha iyi yaşam sunacağız' cümleleri kurarken, bedelini o bölge halkıyla beraber, tüm ülkemiz ödüyor. Ama bu ilk değil, ülkenin farklı yerlerinde çevresel riski yüksek olan tesislere baktığımız zaman, ekonomik ömrünü doldurmuş termik santrallerin, gerekli önlemler alınmasıyla ilgili süreçler, bacagazında ki filtrasyonlarla ilgili önlemlerin alınması gerekirken, bu süreçlerin iktidar tarafından sürekli uzatılması, sürekli yeni izinler verilmesi, Bergama'da altın madeninde, Çukuralan'da madenlerde, Uşak'ta altın madeninde, Karadeniz'deki tesislerde, ülkenin her yerinde benzer süreçleri yaşadık, hepsinin ortak noktası şu: Çevresel riski yüksek olan, yanlış yerlerde planlanmış, denetimi olmayan tesislerde, kamu yararı yerine rantın yararına tercih edilmesi ve bu anlamda da halk ve çevre sağlığının feda edilmesiydi. Bunun bedelleri çok ağır ödenirken, İliç'te yaşanan olay, geriye dönüşü olmayan bir yaşam suçudur. Bunun süreci, bunun altına imza atanlar, bugün İstanbul gibi bir kentimizi yönetmek üzerinden bize sanki geçmişten bugüne yaptıkları çalışmalar çok değerliymiş gibi bir ifade sunuyorlar. Bugün kentlerimizdeki en büyük problem, plansızlık, plansız kentleşme, sağlıklı kent koşullarının ve kent yaşamının ortaya konamaması, binalardan ibaret olan, betondan ibaret olan kentlerde yaşıyoruz ve bu kentlerde üst üste verilen imar aflarıyla doğru yapılmayan projelerle beraber, biz nefes alamadığımız kentlerin içerisinde, ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bu iktidar, 20 kere çıkardığı imar affıyla birlikte, kentsel dönüşümü yapacaklarını, daha yaşanabilir kentler ortaya koyacaklarını söylüyorlar, 6 Şubat depremini yaratan mekanizmlara imza atanlar, imar aflarını çıkaranlar, dere kenarlarında, zemine uygun olmayan yerlerde planlama kararlarına imza atanlar, planlama yetkisini bakanlığın eline alıp, bütün yetkileri tek elde toplayıp, kentlere rant projeleri uygulayanlar, kentlerin nefes almasını tamamen engelleyen, ülkemizin kuzeyini, güneyini, doğusunu, batısını rant projelerine açanlar, şimdi bu rant projelerini sürdürüyorlar. Özellikle tarım arazilerinde, kent arazilerinde, doğal sit alanlarında, planlamayı kamusal denetimden yoksun bir şekilde, kar amacı güden şirketlerin ve yerelde de işbirlikçilerin eline vererek, kentlerin geleceğini riske atıyorlar. İşte bugün yaşadığımız İliç, bu sürecin sonucunda ortaya çıkan bir kaza değil, bu sürecin yönetiminin sonucunda ortaya çıkan, insanlık suçu. Bunu yapanlar, bedelini halka, yaşama ödetirken, aslında ne yazık ki bugün de İstanbul'da yaşadığımız, İzmir'de yaşadığımız, Türkiye'nin her yerinde yaşadığımız, kentlerin nefes alamaması, kentlerin yaşanmaz hale gelmesi, kentlerdeki su havzalarının, kentlerdeki tarım alanlarının, kentlerdeki yeşilin, ormanların yok olması süreçlerinde, ekolojik katliamların yaşanması süreçlerinde hep aynı politikaların sonucu. Bu politikaların bedelini halkımız öderken, bu yanlış kararlara imza atanlar, İstanbul gibi bir kentimizi yönetmek gibi, ülkeyi yönetme iddiasıyla karşımıza çıkıyorlar. Bu yanlışlıklarla devam ederken, bir yanda da yaşadığımız baskılar, diğer yanda da insanlık suçlarına imza atmaya devam ederken, ülkenin geleceği, çocuklarımızın geleceği, bu sürecin bedelini ödeyenler olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu süreçte, bu yanlışlıklara karşı mücadele etmek, doğruyu anlatmak, insanlığı, yaşamı, doğayı savunmak çok önemli. Bizler, bugün İliç'te yaşanan bu acının, yaşanan bu ekokırımın, insanlık suçunun bir bedeli olduğunu düşünüyoruz. Bu bedeli öderken, bundan sonra yaşanacaklara karşı da bir şeyler yapabilmek adına, çocuklarımıza ve geleceğimize dair umutlarımızı taşıyabilmek adına, bu politikaları değiştirmek, bu yanlışlıklara karşı mücadele etmek, hak, emek, demokrasi mücadelesini büyütmek, doğruyu anlatmak ve bunun için de bir arada olmak gerektiğine inanıyoruz." CAN HABER - HATİCE ŞAHİNGÖZ